Venüs, Roma aşk tanrıçasının adını almıştır. Gökyüzünde yalnızca parlak bir cisim olarak belirlenmiş ama teleskop icat edildiğinde bile yüzey bulutlar tarafından gizlenmişti. Yine de Galileo, Venüs’ün Ay gibi evreleri olduğunu keşfetti. Sonra 1639’da Jeremiah Horrocks, Venüs’ün geçişini gözlemleyen ilk kişi oldu. Venüs, doğrudan Dünya ile Güneş arasına girdiği zaman Güneş’in diskinde hareket eden bir nokta olarak görünür.
Venüs’ün yüzeyi bulutlara ile kaplıdır. İnsanlar su buharından yapıldıklarını düşündüler fakat aslında nedeni sülfürik asittir. Geçmişte Venüs’ün yüzeyi bir muammaydı. Bazı insanlar, açıkça Dünya’dan daha sıcak olmasına rağmen, yaşamı desteklediğini ve insanların orada yaşayabileceğini düşündü.
Venüs ile ilgili ilk hikaye 1881’de yayınlanan The Great Romance adlı anonim bir çalışmaydı. Bunu 1895’te Gustavus Pope tarafından Venüs’e Yolculuk adlı bir kitap izledi. Edgar Rice Burroughs, Venüs ile ilgili bir dizi macera hikayesi yazdı.
1942’de CS Lewis, Voyage to Venus adlı bir roman yazdı. Ransom adında bir adam Venüs’e nakledilir. Venüs’ün yüzeyinin çoğunun suyla kaplı olduğunu ve sadece küçük kısımlarının kuru toprak olduğunu bulur. Oradakiler ise yeşil tenli insansı varlıklardır. 1950’de Ray Bradbury, astronotların Venüs’e indiği ve yağmurun hiç durmadığını gördüğü The Long Rain adlı bir hikaye yazdı.